16 Temmuz 2019 Salı

Colette | Bir Kendini Keşfetme Hikâyesi | Film İncelemesi




Colette.

İlk başta, sadece bir köylü kızı Colette. Willy adında bir adamla evlenmek üzere. Paris’te yaşayan ve yazarlık yapan bu adam; dışadönük, insanlarla konuşmasını ve onları eğlendirmesini bilen ve bu yüzden sevilen, çapkın bir adam. Willy’nin aksine ise Colette’in oldukça sakin bir yapısı var. Paris’in görkemiyle değil, köyün getirdiği sadelikle büyümüş. Belki de bu yüzden, annesi Colette’in evliliğine karşı düşünceli. “Onu anlamayacak diye endişeleniyorum.” diyor bir keresinde. Ve belki de Colette’i de etkileyen bir yanı var annesinin. Gitmek istedikleri bir tiyatroya karşı Willy’nin beğenmediğini ve gitmeye zahmet etmemelerini söylemesine, “Belki giderim ve kendi kararımı kendim veririm.” diyen bir kadın bu.


Colette de belki bu yüzden, kendi kararlarını almayı sürdürüyor. Örneğin Paris’te gidilecek olan bir etkinliğe, Willy’nin 267 franka aldığı elbiseyle gitmek yerine kendi elbisesiyle gidiyor. Ne de olsa o elbise korse gerektiren, “Willy’nin beğendiği” bir elbise. Colette’in tercihi değil. Ve Colette oraya kendi elbisesiyle gidiyor, üstünde diş macunu lekesi olan bu elbisenin kirini tükürüğüyle çıkarmaya çalışıyor hatta. Ve tabii bu seçiminin doğal bir sonucu olarak Colette, o etkinlikte yargılanıyor, Willy’nin yetim bir akrabası olduğu sanılıyor. Burada, oraya ait olmadığı iması var. Çünkü ne de olsa bu insanlar, kaplumbağaları bile süsleyen, Colette’in tabiriyle sığ insanlar. O gecenin bitiminde, geçirilen saatleri, “Kaplumbağayı sevdim.” diye yorumluyor Colette. ”Galiba benim kadar o da sıkılmıştı.”

Willy diğer taraftan bu gösterişe fazlasıyla uyum sağlayan biri. Cazibesi ve konuşkanlığıyla sosyetenin gözbebeği kendisi. Bu cazibesini özellikle kadınlar üzerinde kullanmaktan da çekinmiyor. Fakat küçük flörtler sonunda bir aldatmaya dönüşüyor. Ve Willy, Colette ile olan yüzleşmesinde kendini, “Bizler zayıfız, sizin kadar dayanıklı değiliz. Dürtülerimizin kölesiyiz. Ve bu şehirde bu gayet normal…” diyerek savunmaya kalkıyor.


Willy ile Colette’in arasındaki ilk kopma da burada baş gösteriyor. Colette bir süre köye, evine dönüyor. “Hiçbir şey hayal ettiğim gibi olmadı.” diyor. Oysa ilk başta Willy ile çok ama çok mutlu olacaklarından öylesine emindi ki… Bu hayal kırıklığını annesi gideriyor biraz olsun. “Kimse seni olduğun kişiden uzaklaştıramaz. Hiç kimse. Bunun için çok güçlüsün.” diyerek sarılıyor ona. Colette’in gücünün farkında olan ilk kişi annesi belki de.

Aradan geçen kısa bir zaman sonrasında Willy kendini affettirmeyi başarıyor. Fakat bu sefer Colette daha akıllı. “Bir şeylerin parçası olmak istiyorum. Ev hanımı gibi davranılmak istemiyorum. Ne olup bitiyor bilmek istiyorum.” diyor. Eve dönmek için bu şartı sunuyor Willy’e. Ve çift, Paris’teki yaşamlarına geri dönüyorlar.

Willy, Paris’e dönmekle yazın yaşamına geri döneceğini de sanıyor. Fakat Willy aslında bir yazar bile değil. Bir sahtekâr. Adına yayımlanan hikâyeleri başkaları yazıyor. Bir gün aklına gelen roman yazma fikrini ise, şöyle tanımlıyor Willy, Collette ve kendisini andırırcasına: “Monna. Hayranlarının omuzlarında taşınıyor. 18 yaşında, görkemli, tehlikeli, sokaklardan gelme, erkekleri yakıp yıkıyor, asla korse giymiyor. Sonrasında, kahramanımız Renaud, bir yazar, bir dahi. Kıza kapılıyor. Yıkık dökük yerlerde onu baştan çıkarıyor...”  Tabii bu sadece bir fikir. Bunları yazacak olan gerçekten Willy değil. Fakat planladığının aksine ona bunları yazacak olan her zamanki yazarı Veber olmuyor. Parasını yarışlarda ve gazinolarda bitirdiğinden, Will’nin Veber’e ödeme yapacak durumu yok artık.

Kim onun için ücretsiz yazar ki? Burada aklına başka birisi geliyor Willy’nin. Colette! Colette, Willy’e kendi hayatıyla ilgili anlattığı hikâyeleri bu sefer yazıya dökebilir. Neden yapamasın ki?


Böylece Colette’in yazım serüveni başlıyor. “Düşündüğüm ve hissettiğim her şey o kitaplardaydı. Onlar benim çocukluğum, benim anılarım, benim düşüncelerim. Her şeyim.” dediği Claudine serisini yazmaya adım atıyor. Ve Claudine, binlerce kişi tarafından okunuyor. Özellikle kadınlar tarafından. Kadınlar artık Claudine karakteri gibi saçlarını kısacık kestirmeye başlıyor bir dönem. Herkesin dilinde Claudine’in sözleri, herkesin kıyafetlerinde o…


Bundan sonrası daha hızlı ilerliyor. Balolar, partiler, tanıtımlar, fotoğraf çekimleri… Çiftin girdiği yeni ilişkiler, yeni cinsel deneyimler… Colette’in gözünü açan şey de bu yeni deneyimlerden Missy oluyor. Kraliyet ailesinden geldiği için toplum içinde pantolon giyebilen bir kadın Missy. Baskıya karşı koymasını biliyor. Bir gün Colette’e, Willy için, “Sana bağladığı uzun bir tasma ama yine de bir tasma.” diyor. Haklı da. Her ne kadar Willy ona ilişki içerisinde birçok özgürlük sunmuş olsa da, hâlâ Colette’in en basit hakkını elinden alıyor. Yazdıklarını sahiplenme hakkını. Colette’in yazdığı şeyleri kendi adı altında yayınlamasına izin vermiyor, çünkü ona göre bu bir işbirliği. Ona göre bir yazarın editörü olmak, yazarla ortak olmak demek. Daha sonra Colette ve Willy’nin girdiği gerçek yazarın kim olduğuna dair mücadeleyi Colette’in kazanmasından çok önce böyle düşünüyor işte Willy. Hatta bu düşüncesinden öyle emin ki Claudine serisinin telif haklarını Colette’e sormadan satma hakkını görüyor kendinde.


Bu hareket, Colette için bardağı taşıran son damla oluyor. Son konuşmalarında Willy’nin yüzüne şunları haykırıyor Colette: “Yalnız kaldığımda düşündüm de, sana kölelik etmekten, seni memnun etmek için yazıp durmaktan, bütün bunlardan dolayı kendimden utanıyorum. Ama yine de buna mecbur olduğumu sen de biliyordun ben de. Hiçbir şeyi bilmezken bulmuştun beni. Kendi isteklerin doğrultusunda bana şekil verdin. Ve asla bundan kurtulup özgür olamam sandın. Haksız çıktın. Claudine artık öldü. Gitti. Ve ben artık Claudine kalıbını aştım.”

Bundan sonra bir daha konuşmuyor ikili. Ve Claudine, “O insanlar beni korkutamaz. Bak, titriyor muyum? Bunun peşini bırakmayacağım çünkü yapmak istiyorum. Ve eğer Paris beni istemiyorsa öyle olsun. Hayatıma başka yerde devam ederim.” diyerek savunduğu yaşam tarzını sonuna kadar yaşıyor. Zaten yaşlandığında da şunları söylüyor: “Nasıl harika bir hayat yaşadım. Sadece bunu daha önce fark etmiş olmayı dilerdim.”


Bir kadının, bir yazarın kendi sesini bulmasının hikâyesi bu. Kısıtlanmalara, küçük görülmelere, yuhalanmalara rağmen kendi sesini bulan ve o sesi koruyan birinin hikâyesi bu. Böyle bir kadın Colette. Bu yüzden de belki sesinizi kaybettiğinizi düşündüğünüz zamanlarda size el uzatabilir, onu bulmanın ne kadar zor ama ne kadar kıymetli olduğunu fısıldayabilir kulaklarınıza.
Ne de olsa günün sonunda bizi kendimize getiren hep o fısıltı değil midir?
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder