15 Ağustos 2019 Perşembe

Zor Okunan Eserler İçin 5 Öneri


Hepimiz belli başlı kitapları okumanın öncesinde, onları anlamamızı sağlayacak başka kitaplar okumak gerektiğini yani bazı kitapları birer basamak olarak kullanmamız gerektiğini az çok biliriz. Fakat bilmediğimiz şey, o kitaptan önce o kadar şey okumanıza rağmen, onu hâlâ anlayamamamın aslında ne kadar yorucu bir duygu olduğudur. Çünkü tam bir kitabı okumaya kendinizi çok hazır hissettiğiniz anda, bir bakarsınız ki aslında o kitaptan aslında hiçbir şey anlamıyorsunuz. Bazen tek bir cümleyi bile tekrar tekrar okuyup en sonunda anlamaya çalışmaktan yorulup kitabı bırakıyor da olabilirsiniz. Şahsen bu benim başıma defalarca geldi ve itiraf edelim ki sorun aslında beyninizde oluşan o yorulma hissinden çok, anlama yetinizin zayıflığından şüphe etmeye başlamanız. Böyle durumlarda ciddi anlamda kendinizi sorgulamaya başlıyorsunuz ve eğer kendinizi geliştirmeye açık biri değilseniz, yani bir yere çabayla değil de doğal zekayla ve yetenekle gelineceğini düşünüyorsanız, buna katlanması sizin için daha zor oluyor. Gelişime açık benim gibi birinin zihninde bile, “Bu kitabı anlayacak kapasitede değil miyim?” sorusu yankılanmaya başlıyorsa, başka birini hiç düşünemiyorum. Sanırım ardına bakmadan bırakıp kaçardı o kitaptan.

Fakat okumak biraz da bu değil mi? Bize yeni şeyler öğretmesi, bizim düşünsel kapasitemizi zorlaması, zihnimizin daha önce hiç gitmediğimiz yerlerine ışık tutması gerekmez mi? Tabii bu uzun süre karanlıkta kalan gözlerin bir anda ışık görmesi gibi ilk başta biraz sancılı olacaktır ama, günün sonunda o kapkalın kitaptan sadece bir şey bile öğrenmiş olsak, bu yine de bir önceki günden daha iyi, daha gelişmiş olduğumuz anlamına gelmez mi?

Bir arkadaşımın da tanımladığı gibi, şöyledir aslında zor kitapları okumak: "Her sabah koşuya çıkmaya karar veren biri, ilk başlarda oldukça zorlanacaktır, ona neredeyse bir azap gibi gelecektir ama sonra alıştıkça bu durum ona memnuniyet katmaya bile başlayacak. Okunması zor kitaplar yani idrak mekanizmasını zorlayan kitaplar için de bu geçerli. Bu tür kitapları okudukça düşünme, fikir yürütme mekanizmasının dişlilerini çalıştırmaya başlarsın ve o pas tutmuş dişliler çalıştıkça pasını üzerinden atmaya ve sonuç vermeye başlar. Pasın üzerinden atılma süreci, koşuya çıkan birinin kondisyonuna ulaşma sürecindeki sıkıntı gibidir."


Ben, işte o fikir yürütme mekanizmasını geliştirmek adına her ne kadar beni sürekli şüpheye düşürse de, daha önce okumadığım tarzda kitaplar okumayı seviyorum. Çünkü biliyorum ki o kitap bittiğinde ben o kitaba başlamadan önceki hâlimden çok daha gelişmiş biri olacağım. Fakat doğrusu bana bu kitapları okurken yardımcı olan tek şey, “Bu kitaplar bittiğinde daha gelişmiş biri olacağım.” düşüncesi değil. Sadece buna tutunsam, “Ama hâlâ aynı yerdeyim, hiçbir gelişme göremiyorum.” sanrısına kapılmak çok kolay olurdu. O yüzden kendime başka düşünme kalıpları ve başka taktikler de buldum. Kendi anlama yeteneğini sorgulamaya başlayan herkese de bunları sık sık kendine hatırlatmasını ve uygulamasını tavsiye ederim.

Bir: İlk olarak, kendinize bu kitabın yazılmasının belki de yıllar aldığını hatırlatın. Üstelik yazım sürecine aşina olan biri olarak biliyorum ki, o cümleler asla tek seferde yazılmıyor. Yazar, o cümlelerin üzerinde tek tek o kadar uzun süre çalışıyor ki, bazen o bile bu durumdan bıkıyor, ona bile kelimeler anlamsız gelmeye başlıyor. Ve emin olun, o da yazarken fazlasıyla zorlandı. O da bazen cümlenin gerçekten o anlama gelip gelmediğini sorguladı, onun da kafası karıştı. Yani sizin anlamaya çalışırken zorlanmanız bu durumda tamamen normal. Ve hayır, bu sizin aptal olduğunuz anlamına gelmiyor. Sadece başarısız olma ihtimali yüzünden bir şeylerden kaçmamaya karar vermeniz gerekiyor. Çünkü sonuçta her ne kadar sizi o noktaya taşıması gereken birçok kitap okuduysanız da,  o kitabı okumadınız. O kitap size tamamen yeni. O kitap, o yazar, o konu… Farklı birçok etken var ve bunun bazen zorlanmanıza yol açabileceğini kabul edin.

(Okurken benim aldığım bazı notlar.)

İki: Bana bu konuda yardımcı olan bir başka şey, okuduğum az bir kısmı, bir paragrafı belki, anladığım kadarıyla gözden geçirmek. Ben bunun için sanki karşımdaki birine anlatır gibi konuşmakta buldum yolu. Örneğin, “Yazar burada bunu savunuyor, çünkü bunun sonucunda şunun olacağını öngörüyor.” diyorum. Eğer anladığım şeyi tam olarak ifade edemiyorsam metni tekrar okuyor, yine karşımdakine anlatır gibi kendimle konuşuyorum. Bu bana, yazarın belki de on satırda uzun uzun anlattığı şeyi, kendim ifadelerimle özetleme imkânı veriyor. Dolayısıyla aynı zamanda anlatılanlar üstüne düşünmüş de oluyorum. Bu konuşmayı kitap üstüne yazılı olarak yapmaktan da çekinmiyorum. Çünkü geriye dönüp sayfaları karıştırdığımda, “Aa evet, burada da böyle bir durum söz konusuydu.” demek, bu argümanı hatırlayabilmek, fikirlerin kalıcılığı açısından önemli bulduğum bir şey.


İki (Bonus): Eğer, “Okuduğum şeyi biraz olsun özetleyecek kadar bile bir şey anlamadım.” diyorsanız, bir de aynı paragrafı sesli bir şekilde, vurgulara dikkat ederek okuyun. Bu Türkçe derslerinde özne-yüklem vs. diye cümleyi ögelerine ayırırken başvurulan bir yöntemdir aslında. Fakat uzun cümlelerde ve anlaşılması güç paragraflarda da Türkçe derslerinde olduğu gibi yardımınıza koşabilir.

Üç: En büyük tuzak olarak bence şunun farkına varmamız lazım: Bazen, kendimizle alakalı düşüncelerimiz kitaba yansıyabiliyor. Belki gerçekten doğru anlamı çıkardınız o cümleden ama kafanızın içinde bir ses, “Hayır, bu kadar basit olamaz. Burada başka bir şey denmek istiyor ama ben anlamıyorum.” diyerek sizi o şüphenin içine geri çekiyor olabilir. Böyle durumlarda yapabileceğiniz tek şey, o sesi duymazdan gelmek ve doğru şeyi anladığınıza emin olmak. Kurgu eserlerde bu genelde böyle değildir, herkes için birden çok gerçeklik olabilir fakat akademik yazılar gibi belli şeyi söyleyen metinlerde en azından o an da olsa, anladığınız şeye güvenmeniz gerek. Belki daha sonra yanlış olduğunu fark edersiniz ama bunun için okumaya devam etmeniz gerekiyor. Korkup bırakırsanız ortada düzeltebileceğiniz bir şey bile olmayacak.


Dört: Bana yardımcı olan bir başka konu, okumakta zorlandığım kitap her neyse, onun yanına başka bir kitap koymak. Örneğin okuduğum bir kitap felsefeye dairse, diğeri ona nazaran çok daha kolay okunan bir roman oluyor. Böylelikle kitaplar arasında git gel yaparak okumayı sıkıcı bir hâle getirmekten de kurtulmuş oluyorum. Üstelik süreç içinde de hem kendimi zorlayacak bir şey yaparak gelişmiş oluyor hem de okuma sürecime ara vermemiş oluyorum. (Tabii gerçekten benim gibi aynı anda dört kitap birden okumanızı tavsiye etmem. Ben biraz abartmış durumdayım sayın okur. Aynı anda iki kitap, ilerleyebildiğinizi hissetmeniz açısından daha yararlı olacaktır.)

Beş: Fakat diyelim ki bunların hiçbiri işe yaramıyor. O zaman da o kitabı rafa kaldırıp, bir süre başka şeyleri okumaktan çekinmememiz gerekiyor. Bunda da utanılacak hiçbir şey yok. Belki şu an felsefeye dair, ekonomiye dair, sosyolojiye dair bir şeyler okuyacak ruh halinde değilsiniz. Belki şu an sadece aksiyon dolu bilim kurgular ya da romantik aşk hikâyeleri ya da komik kısa öyküler okumak istiyorsunuz. Bu da tamamen normal. Sadece o kitabı tamamen rafa kaldırmadığınız emin olun bence yine de. Bir gün, ona bir şans daha verin. Çünkü ilk seferinde çok severek okuduğumuz kitaplarda bile ikinci seferde başka ayrıntılar yakalayabiliyoruz. Ya da çok sevdiğimiz bir filmi beşinci defa izlediğimizde bile daha önce gözümüzden kaçan bir sahne görebiliyoruz. Bu eserlerde bile böyleyse, tamamlamadığımız kitaplarda neler saklıdır kim bilir? O yüzden o kitaba bir şans daha vermek hep aklınızın bir kenarında bulunsun.

Yeni şeyler denemekten korkmadığınız günler için, bol okumalar efendim. Ayrıca, unutmayın: 

“Hazır olana kadar beklersek,
hayatımızın sonuna kadar beklemek zorunda kalırız.”
                                                                                   

16 Temmuz 2019 Salı

Colette | Bir Kendini Keşfetme Hikâyesi | Film İncelemesi




Colette.

İlk başta, sadece bir köylü kızı Colette. Willy adında bir adamla evlenmek üzere. Paris’te yaşayan ve yazarlık yapan bu adam; dışadönük, insanlarla konuşmasını ve onları eğlendirmesini bilen ve bu yüzden sevilen, çapkın bir adam. Willy’nin aksine ise Colette’in oldukça sakin bir yapısı var. Paris’in görkemiyle değil, köyün getirdiği sadelikle büyümüş. Belki de bu yüzden, annesi Colette’in evliliğine karşı düşünceli. “Onu anlamayacak diye endişeleniyorum.” diyor bir keresinde. Ve belki de Colette’i de etkileyen bir yanı var annesinin. Gitmek istedikleri bir tiyatroya karşı Willy’nin beğenmediğini ve gitmeye zahmet etmemelerini söylemesine, “Belki giderim ve kendi kararımı kendim veririm.” diyen bir kadın bu.

8 Temmuz 2019 Pazartesi

Bir Edebiyatçının Gözünden Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi


Hepimiz birçok kez "Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi" görmüşüzdür. Yamaç paraşütünden dans eğitimi almaya, işaret dili öğrenmekten keman çalmaya kadar bir sürü şey vardır bu listelerde ve hepsini okumayı da çok severim. Fakat ben hayatını kitaplara ve genel olarak edebiyata adamak isteyen biri olarak, bu listeyi sadece bir edebiyatçı olarak yazmak istedim. Ben gerçekten ölene kadar bu listeye yeni şeyler eklenecek ve üstleri çizilecek, en azından öyle umut ediyorum yani. :) Şimdi başlayalım. 




Madde 1: Yazdıklarımı bir gün ellerimde tutabilmek ve aynı duyguları paylaştığım insanlarla konuşup sohbet edebileceğim bir imza günü düzenlemek. Zaten her yazarın en büyük hayali de bu olsa gerek. :)

30 Haziran 2019 Pazar

Bir Sanatçı Olarak Mükemmeliyetçi Olmak




Jackson Pollock, No. 5, 1948


Mükemmeliyetçi, herhangi bir alanda mükemmel olma yolunda aşırı çaba sarf eden kişi, demek TDK’nin tanımına göre ve aslında uzaktan bakıldığında çok da asil bir çaba gibi geliyor bu. Mükemmel olanı yaratmak! Fakat bana öyle geliyor ki mükemmeliyetçi olmak, derinlere inildiğinde, asil olmaktan çok uzak. Bana öyle geliyor ki, mükemmeliyetçilik, insanı yiyip bitiren bir kanser. Hatta öyle bir kanser ki bu, çoğu zaman tanımında olan “aşırı çaba”nın karşılığını bile veremiyor. Çünkü bir kere mükemmel olma baskısı insanı o an öyle aciz kılıyor ki, parmağınızı bile kıpırdatamayacak bir konuma geliyorsunuz. Ortaya kötü bir şey çıkarmaktan öyle korkuyorsunuz ki, bir kutuda kapalı kalmışsınız gibi yaşamaya başlıyorsunuz. Yanlış bir şey söylemekten korkar halde susup kalıyor, düşme korkusuyla adım atamıyorsunuz.

22 Haziran 2019 Cumartesi

Sanatın Yokluğunda Hayat



Yaklaşık iki yıldır, belki de daha fazla bir süredir, kendimi eskisi gibi iç huzuru yakalamış bir hâlde göremiyorum. Bunun en büyük sebebi üniversite sınavına tekrar ve tekrar hazırlanmam, dolayısıyla da bu süreçte hiçbir şey yazamamamdı. Bu öyle bir süreç ki, yazmayı bırakın, elime kitap bile alamadım doğru dürüst. Geçtiğimiz altı ay içinde sadece üç kitap, geçtiğimiz bir sene içinde de altı kitap okuyabildim bu yüzden. Ve sadece iki tane blog yazısı yazma şansım oldu.

26 Ocak 2019 Cumartesi

Kâşif Günlüğü #1: O Vakıt Son Mimoza



Bazen okuduklarımız ve izlediklerimiz konusunda fazlaca başkalarının etkisi altında kaldığımızı düşünüyorum. Onca dünya klasiği, onca kült film… Ve bunları izlemeden yıllar önce bile bu kitaplar ve filmler hakkında bir fikrimiz oluyor. Konularını, karakterlerini, alınması gereken mesajı bile biliyoruz. Her ne kadar bu mesaj kişiye göre değişmeliyse de, sürekli aynı şeyleri okumak bu kitaplardan çıkarmamız gereken şeyleri bile tekdüze hâle getirmeye başladı giderek. Bu eserlerin belli bir kültürel birikimi oluşturmak adına gerekli olduğuna inanıyorum, burası doğru fakat iş öyle bir noktaya geldi ki bu eserleri okurken ve izlerken bende bir görev bilinci oluşmaya başladı artık. Ve bahsettiğim iyi anlamda bir görev bilinci de değil. Ben, özellikle kitaplar için konuşmak gerekirse, bazı eserleri sırf sanki bir liste varmış da onu doldurmak için okuyormuşum gibi hissetmeye başladım. Dünya klasikleri giderek ne kadar “kültürlü” olduğumu gösteren bir yapılacaklar listesine dönüşmeye başladı benim için. Ve tabii ki bu da bir ödev hissiyatı, bir kendini kanıtlama hissiyatı oluşturduğu için eskisi gibi kitap okuyamamaya başladım.